Tek KiÅŸilik Depresyon ve
Ölümcül RöveÅŸata
​
Derhal atıyorum kendimi sokaÄŸa. Uyanır uyanmaz yaptığım en makul iÅŸ bu oluyor. Bir ÅŸeyler satın almak umuduyla büyük alışveriÅŸ merkezlerinden birine giriyorum. Bir süre çıkmıyorum, çıkmamam kimseyi endiÅŸelendirmiyor.
Zaman alışveriÅŸ merkezlerinde bükülür (Yaklaşık olarak ‘‘alışveriÅŸ merkezinin kütlesinin karesi, çarpı aylaklığım, bölü bir ÅŸeyler’’ ÅŸeklinde formüle edilebilir). Pek çok fizikçi bilmez bunu. Bilselerdi eÄŸer bir sonraki Nobel, kesinlikle bu alanda verilirdi. Zaman, bu merkezlerin özellikle dergi reyonlarında ve özellikle benim için neredeyse durur. Dergilere bakarım en çok, bilhassa futbol dergilerine. Sırasıyla: Bin MuhteÅŸem Åžut Dergisi, En Çok Hakkı Yenen Anadolu Kulüpleri Dergisi, Sol Bekler Erken Ölür Dergisi, Dört Dört İki’nin Hariç Tutulan Kalecisi Dergisi ve son olarak favorim Ölümcül RöveÅŸata Dergisi. Birkaç asır sürse de sonunda bir iki tane dergi beÄŸenip, almadan çıkıyorum.
Günün umduÄŸumdan çok daha azını, alışveriÅŸ merkezinde zayi edebildim; kalanını, cadde aylaklığı, kafe sünepeliÄŸi gibi bildik biçimlerde tüketebilirim. Pazar günlerini kimse benim kadar kötü deÄŸerlendiremez.
Caddenin birinde aylaklığım sırasında neredeyse hiçbir pazar olmamış bir ÅŸey oluyor: Herkes koÅŸtura koÅŸtura aynı yöne gidiyor. Birini omzundan yakalayıp durduruyorum. Anlat, diyorum, ne oluyor? Niye herkes aynı yöne koÅŸturuyor? Herif öfkeleniyor, onu yolundan geri koymuÅŸ olmamın cezası olarak evvela gözleriyle yüzüme iki el ateÅŸ ediyor. Ölmüyorum. Ölmek bir yana dursun, yara bile almıyorum. Böyle ÅŸeylere alışığım, kılım kıpırdamıyor. Anlıyor adam vurdumduymazlık konusunda belayım. Başından hızlıca savmak için cevap veriyor: Panayıra koÅŸuyor herkes, nere olacak baÅŸka! Cıkcıklanarak arkasına baka baka ilerliyor, kalabalığın arasında kaybolup gidiyor.
Ömrümde iÅŸitmedim bu ÅŸehre panayır kurulsun. Bilemiyorum belki siz panayırları seversiniz, ben sevmem. Gösterilerden, bilhassa illüzyonistlerden nefret ederim. Çünkü yaÅŸamın getirdiÄŸi türlü zorluklarla baÅŸ etmek zorunda hissetmiyorum artık. Mücadele, bir amaca hizmet ettiÄŸi sürece kutsaldır. YaÅŸamak için mücadele etmeyi bir amaç olarak görmek, bir illüzyon gösterisine alkış tutmak gibi. İçten içe olan bitenin gösteri olduÄŸunu bilmek, bildiÄŸin halde illüzyonistin seni kandırmasından keyif almak nasıl kutsal olabilir? Sadece verdiÄŸimiz paranın boÅŸa gitmesi düÅŸüncesinin yaratacağı stresten kaçmak için gösteriyi güzellemek, gerçekle ne kadar baÄŸdaşır? TeÅŸekkürler, ben illüzyon sevmiyorum. Bana gerçeÄŸi verin, yalnızca gerçeÄŸi. Bitti. İşte bu kadar kendime serzeniÅŸim. Sevmesem de istemesem de sırf herkes koÅŸtura koÅŸtura gidiyor diye ben de merakıma yenik düÅŸüyorum. Åžimdilik gerçeÄŸi usulca bir kenara bırakıp hızlı hızlı herkesin gittiÄŸi yöne doÄŸru meylediyorum.
Artan kalabalığın koÅŸanları yavaÅŸlattığı bir noktada benim de adımlarım küçülüyor. Münferit boÅŸluklardan başımı uzatıp ilerde neler olduÄŸunu seçmeyi denesem de muvaffak olamıyorum. Bir süre sonra, ancak çoÄŸunluk içeri alınınca, olan biteni seçebiliyorum.
Büyükçe kırmızı bir kapı kurulmuÅŸ. İri kıyım bir adam, kapının önüne konmuÅŸ, gözünün tutmadığını içeri almaması konusunda, sıkı sıkı tembihlenmiÅŸ. Adamın gözü herkesi tutuyor olacak, kimseyi geri çevirmiyor, hemen herkes girebiliyor. Sıra biraz daha ilerliyor. Girmek konusunda istekli olmasam da girememek korkusu içimi kemirmeye baÅŸlıyor.
Önümde duran çift tedirgin. Kadın, ya almazlarsa, diye tedirginliÄŸini dillendiriyor. Adam eÅŸini yatıştırmak için telkinlerde bulunuyor: Alırlar. Neden almasındalar? Baksana herkesi alıyorlar. Sakin ol, bizi de alırlar. Ne fayda… Adamın sesindeki tedirginlik yüzünden, söyledikleri eÅŸini sakinleÅŸtirmeye yetmiyor. Bu durum beni iyice geriyor. Ya beni de almazalarsa, diye içten içe bir umutsuzluÄŸa düÅŸüyorum.
Nihayet benim sıram… Gülümsüyorum. Mümkün olduÄŸunca ÅŸirin görünmeye çalışıyorum. Önce ayaklarıma bakıyor iri adam. Banyo terliÄŸinden hallice plastik terliklerim… Rengi iyice atmış, yer yer çamaşır suyundan nasibini almış pijamalarım… KeÅŸke diyorum içimden daha düzgün bir ÅŸeyler giyseydim. Nerden bilebilirdim ki bugün panayır olduÄŸunu? Sıra yüzüme geliyor. En çok yüzümü inceliyor. O inceledikçe yüzümü, gülümsememi bir kat daha artırıyorum ve bir kat daha. Dudaklarım gülümsememin sınırlarına ulaÅŸtığında aÄŸzımda bir gerginlik ve acı… İş arayan bir palyaço gibi bir süre daha öylece kaskatı durup adamın iÅŸini bitirmesini bekliyorum.
Bekle! Adamın kendi gibi iri olan sesi, ilk defa duyuluyor. Ben beklerken, içeri gidip birilerine beni göstererek bir ÅŸeyler soruyor. Allah’ım ölecekmiÅŸ gibi hissediyorum. Niye beni gösteriyor ki? Bu hiç hayra alamet deÄŸil. Etrafıma bakınıyorum. Durumun olaÄŸanlığına dair insanların yüzlerinde bir iz bir iÅŸaret arıyorum. Yok. Dururumum herkesi daha da endiÅŸelendiriyor. Herkes karamsar ve girebilmek konusunda umudunu biraz daha yitirmiÅŸ bir ifadeyle yüzüme bakıyor.
Adam yanında iki kiÅŸiyle dönüyor. Biri uzun, çelimsiz, güler yüzlü; diÄŸeri tıknaz ve her an birini öldürecekmiÅŸ gibi bakan deli gözlere sahip. İkisi de koluma giriyor. Hiçbir ÅŸey söylememe müsaade etmeden apar topar götürülüyorum.
Beni büyük alışveriÅŸ merkezlerinin birinin önüne itiyorlar. Onlar arkalarına bile bakmadan uzaklaşırken ben maÄŸazalardan birine giriyorum. Kolayca… Nasılsa kimse maÄŸaza kapılarını tutmuyor. Dergi reyonu aranıyorum, çabucak buluyorum. Ölümcül RöveÅŸata Dergisi tükenmiÅŸ. KeÅŸke, diyorum, sabah alsaydım. Üzülüyorum, yine.
01.10.2024